Liberal Demokrat Parti

ADALET VE YARGI

DAHA İYİ BİR YARGI MÜMKÜN

İnsanlar açlığa, yoksulluğa, düzensizliğe, pisliğe ve başka her şeye tahammül edebilirler ama, adaletsizliğe asla !

  • Bağımsız yargı, Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda atılacak en önemli adımdır. Bu yöndeki gelişmeyi tıkayan Anayasa ve Anayasanın egemen kıldığı totaliter zihniyettir.
  • Mevcut anayasanın şu ya da bu maddesini değiştirerek, özlediğimiz demokratik hukuk devletini tesis edemeyiz.
  • Bugün çok partili parlamenter sistem sadece bir vitrin teşkil etmekte; resmi ideolojiye bağımlılık sürmektedir.
  • Mutabakat yani “oy birliği” ile “oy çokluğu” ayrı şeylerdir; bunları birbirine karıştırmamak gerekir.
  • Demokratikleşme konusunda yönetici kadroların ne kadar samimi oldukları sorgulanabilir.
  • Yargı sadece mahkeme değildir. Adalet sistemi hazırlık soruşturmasını yani savcı ve polisi de kapsar.
  • Yargıya çok modern yöntemlerle delil toplayarak, dosya hazırlama imkânını vermemiz lâzım.
  • Anayasa Mahkemesi kaldırılacak; yerine Yüksek Mahkeme kurulacaktır.
  • Yüksek Mahkeme’nin üyeleri Devlet Başkanınca atanıp, meclisce onaylanan üyelerden oluşacak ve aranılan nitelikleri korudukları sürece, yaşam boyu görevde kalabileceklerdir.
  • İdari mahkemeler ve Danıştay kaldırılacaktır.
  • DGM kaldırılacaktır çünkü,devletin mahkemesi olmaz; devletin güvenlik gücü olur.
  • Tüketici hakları ve çevrenin korunmasında özel ihtisas mahkemeleri görev alacaktır.
  • Hukuk evrenseldir. Yerel hukuk olamaz çünkü, insan dünyanın her yerinde aynı insandır.
  • Yassıada Mahkemesi’nin Yüksek Adalet Divanı olarak anılması, hukuka hakarettir.
  • Yargı devletin asli işlevlerinden birisidir ama, bu devlet yargısı demek değildir.
  • Devletin yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını temin etmesi demektir.
  • Hukuka saygılı hiçbir Türk savcısı ve hâkiminin mevcut sistemden yana olduğuna inanmıyoruz.
  • Hukuk devleti, bireyin hukukunu koruyan devlettîr; devletin hukukunu değil.
  • Haksızlıklar karşısında toplum fırsat bulunca tepki göstermeli ki, ileriye dönük olarak bir altyapı, kültür oluşsun.
  • Bir darbeye, müdahaleye maruz kalan politikacılarda suçludur ama, demokratik bir ülkede darbe savunulamaz.
  • Bugün siyasi partilerin il ya da ilçe örgütleri bir genel başkanın emri ile feshedilebiliyorsa, demokratik hukuk devletinden söz edemeyiz.
  • Türkiye kuvvetler ayrılığı ilkesine sadık yeni bir anayasa ile yeni bir hukuk devleti tesis etmeli ve demokrasisini sivil ya da askeri hiçbir diktaya izin vermeyecek şekilde kurumlaştırmalıdır.
  • Öngördüğümüz sistemde Ordu, halk oylaması ile seçilmiş Devlet Başkanı’nın Savunma Bakanı’na bağlıdır.
  • Adalet mekanizmasının tüm parasal ihtiyaçları, adli harçların oluşturacağı ayrı bir fondan karşılanacak; adalet mekanizması devlet bütçesine tâbi olmayacaktır.
  • Ticaret hukuku uluslararası niteliğe kavuşturulacaktır. Aksi halde dışa açılmaktan söz edemeyiz.
  • Biz affa karşıyız. İnsanlara karşı işlenmiş suçları devletin affetme yetkisi yoktur. Devlet ancak kendisine karşı işlenmiş suçları affedebilir.
  • Liberal Demokrat Parti mevcut düzene tepki partisidir ve halkımızın benzer tepkileri oranında büyüyecek ve güçlenecektir.
  • Öngördüğümüz anayasa, kuvvetler ayrılığı ilkesinin tavizsiz benimsendiği üç, dört sayfalık bir metinden ibaret olacaktır.
  • Yasama, dar bölge ve iki turlu seçimle asgari %50+1 oy alan parti temsilcilerinin oluşturduğu Temsilciler Meclisi’nce deruhte edilecektir.
  • Yürütme, iki turlu seçimle millet tarafından asgari %50+1 oyla seçilen bir Devlet Başkanı’na ve onun kuracağı Kabineye tevdi edilecektir.
  • Yargı, Başkan ve üyelerinin Devlet Başkanınca atanıp, meclisce onaylanan ve aranılan nitelikleri koruduğu sürece yaşamboyu görevde kalacak hakimlerden bir Yüksek Mahkeme’ye bağlı adalet mekanizmasına tevdi edilecektir.
  • *Adalet mekanizmasının bütçesi, adli harçlardan oluşan bağımsız bir fon tarafından karşılanacaktır.

 

Hoş geldiniz.

Efendim bu akşamki konumuz hukuk, yargı ve adalet. Bizim için en önemli konu!

İnsanlar açlığa, yoksulluğa, düzensizliğe, pisliğe vb her şeye tahammül edebilirler ama, adaletsizliğe asla. Dahası, “adalet mülkün temelidir” özdeyişinde de ifade bulduğu üzere; adalet bir toplumun “millet” ve “devlet” olabilmesinin de ön koşuludur.

Îşte bu nedenlerle, Liberal Demokrat Parti olarak, Türkiye’de adalet mekanizmasının düzgün ve etkin çalışmasının teminini, devletin asli görevi olarak değerlendiriyoruz. Zaten hedeflediğimiz “Çağdaş uygarlık”da, her şeyden önce, çağdaş hukuk ve yargı uygarlığıdır.

Çağdaş hukuk ve yargı uygarlığı, bir milletin adil bir şekilde yönetilmesi ve bağımsız yargıyla, insan hak ve özgürlüklerine saygılı, adaletli bir ülkede yaşaması; devletin tüm vatandaşlarına bu teminatı eksiksiz vermesidir.

Bu bakımdan, özellikle içinde bulunduğumuz şu dönemde adalet ve yargı, üzerinde duracağımız en önemli konudur diyebilirim.

Savunduğumuz liberal demokrasi insan hak ve özgürlüklerini güvenceye alan ve devleti “demokratik hukuk devleti” olarak tanımlayan ilk ve tek doktrindir. Hukuk yoksa, insan hak ve özgürlükleri de yoktur.

Hukuk Yoksa, Hak ve Özgürlük de Yoktur

Demokratik hukuk devleti demek, hukuka bağlı, hukuka saygılı, yargı bağımsızlığının müesseseleştiği devlet demektir.

Neden? İnsan hak ve özgürlüklerinin teminat altına alınabilmesi; güçlüye karşı, güçsüzün ve aynı anlayışla, devlete karşı, bireyin korunabilmesi için.

Devlet bu anlamda bir “hukuki müessese” olma vasfını kaybetmesi halinde, meşruiyetini yitirir.

Demokratik hukuk devleti, yasama, yürütme ve yargı “erk” lerinin birbirinden bağımsız ve birbirini dengeleyen üç güç olarak çalışmasını öngörür. Dolayısıyla, bağımsız yargı yani, adalet mekanizmasının kendi kendisini yönetmesi ve denetlemesi, demokratik hukuk devletinin olmazsa, olmaz koşuludur.

Yargı ve Liberal Demokrasi


Biz inanıyoruz ki, liberal demokrasi yargının saygınlığı ve etkinliği nisbetinde gerçekleşebilir.

Programımızda da ifade bulduğu üzere, biz kuvvetler ayrılığı prensibine ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile buradan doğan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne tavizsiz sadık bir devlet modelinden yanayız.

Yeni bir anayasa ile güvence altına alınması öngörülen bu modelde yargı bağımsızdır. “Bağımsız yargı” tanımlamasına çok dikkat etmek gerekiyor. Şöyle ki:

Malûm, kuvvetler ayrılığı ilkesi çerçevesinde üç “erk” den yasama, kanunları yapıyor; yürütme, icradan sorumlu; yargı ise, toplumu oluşturan bireylerin, birbirleri ile olan anlaşmazlıklarını çözümlemekle kalmayıp; bireyin devletle olan anlaşmazlıklarını da çözümlüyor yani, tam anlamıyla adalet dağıtıyor.

Bağımsız yargıdaki esas amaç, yukarıda da değindiğim gibi, güçsüz bireyin gereğinde güçlü devlete karşı da korunabilmesidir. Bağımsız yargıdaki temel özellik budur.

Herhangi bir ülkede bireyin karsısındaki en büyük, en gaddar olmaya mütemayil güç, bizatihi devlettir. Polis ve ordu onun denetimindedir.

Dolayısıyla, yargının bireyi devlete karşı da koruyabilecek konumda olması yani, yasama ve yürütmeden bağımsız olması şarttır. Böyle olmadığı sürece “demokratik hukuk devleti” nden söz edemeyiz.

Bir “demokratik hukuk devleti “miyiz ?

Bu bağlamda, hayır. Türkiye bir demokratik hukuk devleti değildir. Neden?

Çünkü, 1924’den bu yana hiçbir anayasamız demokratik hukuk devletinin ön şartı olan kuvvetler ayrılığı prensibini benimsememiş; yasama, yürütme ve yargı olarak adlandırılan üç gücün birbirinden tartışmasız biçimde bağımsız olacakları düzenlemeyi öngörmemiştir.

Türkiye’de bu üç güce hep yasama (Parlâmento) egemen olagelmiştir. Oysa, doğaldır ki, yasama toplum bütününü oluşturan “karşıt” demokratik gurupların “çıkar” iradelerine dayanarak seçtikleri temsilcilerden oluşur. TBMM mensupları aslında bizlerin “vekilleri” değil, parti “temsilcileri” dir.

TBMM Toplumsal İradeyi Yansıtmaz

Bu yapısı ile Parlâmento (yasama) toplumsal iradeyi yansıtmaz günkü, üyeleri (temsilciler) toplum bütününe değil, mensubu oldukları siyasi partiye oy veren vatandaşlara karşı sorumludurlar.

Yasamanın gerçeği bu olunca, yürütmenin başının yani, Başbakanın bu organ (Parlâmento) tarafından seçilmesi, onu TBMM’ye egemen siyasi iradeye bağımlı kılmaktadır. Bir diğer ifade ile, yasama organında (TBMM’de) hangi siyasi parti aritmetik çoğunluğa sahipse, yürütmeyi (Başbakan ve Hükümet) o tespit etmektedir.

Halen Yürütme Yasamadan Bağımsız Değildir

Bu durumda yürütmenin yasamadan bağımsız oluğundan söz edilebilir mi?

Hayır. Çünkü, doğaldır ki, yasamanın kendi içinden “çoğunluk oyu” ile seçtiği Başbakan, kabinesini de mensubu olduğu ve TBMM’de çoğunluk oyuna sahip siyasi parti mensuplarından oluşturacak yani, yürütme (Hükümet) meclis aritmetik çoğunluğu hangi siyasi partinin elindeyse ona tâbi olacaktır.

Yargı Siyasi İradeyle Bağımlı Olmamalıdır

Daha da vahim olanı, mevcut düzende yargının da yasama ve yürütme ile irtibatlandırılmış olmasıdır. Neden?

Bugün adli mekanizma siyasi iradenin ürünü olan yürütmenin (Hükümetin) bir bakanlığına, Adalet Bakanlığı’na bağlıdır. Bir diğer ifade ile, adalet mekanizması siyasi iradeden bağımsız olmadığı gibi; milli ya da toplumsal iradenin de ürünü değildir.

Hal böyle olunca, hiçbir yargıç “Yaz kızım Türk milleti adına” diye karar veremez verse bile, sorgulanır, sorgulanmaktadır, sorgulanmaya da devam edecektir ve Türkiye’deki yargı bağımsızlığı tartışmaları sürüp, gidecektir.

Tekrar ediyorum, yargının bağımsız olabilmesi için, yasama ve yürütmenin olası hatta, kaçınılmaz tahakkümünden muhakkak arındırılması gerekir. Yargı, devletin asli bir işlevidir parçasıdır fakat, icradan ve yasamadan arındırılması gerekir. Nasıl?

Başkanlık Sistemi

Liberal Demokrat Parti, Türkiye’nin bir demokratik hukuk devleti olmasına engel bu temel sorunun çözümünün Başkanlık Sistemi olduğuna inanmaktadır. Başkanlık Sistemi, Türkiye’nin bir demokratik hukuk devleti olmasının teminatı olacaktır.

Başkanlık Sistemi’nin benimsenmesi ise, ciddi anayasa değişikliğini ima etmektedir.

Anayasa Değişikliği Şart

Öngördüğümüz anayasa, kuvvetler ayrılığı ilkesinin tavizsiz gözetilerek hazırlandığı, üç, dört sayfalık bir metinden ibaret olacak ve sadece şu hususların işleyiş esaslarına yer verecektir

1. Yasama, dar bölge ve iki turlu seçimle, asgari %50+1 oy alan siyasi parti temsilcilerinin oluşturduğu bir Temsilciler Meclisi vasıtasıyla yürütülecektir.

Böylelikle, siyasi partilerde yaşaya geldiğimiz “lider sultası” na da son verilecek; temsilciler (milletvekilleri değil) gurup kararı vb sorunlar olmaksızın, seçmenlerinin gerçek temsilcileri olarak yasama işlevini yerine getirebileceklerdir.

2. Yürütme, yine iki turlu secimle, Temsilciler Meclisi (Parlâmento) tarafından değil, millet tarafından seçilen ve asgari %50+1 alan bir Devlet Başkanı’na (Başbakan değil) ve bu Devlet Başkanı’nın belirleyeceği bir Kabineye verilecektir. İlk turda siyasi partilerin gösterecekleri tüm adaylar bu makama talip olabilecekler; ikinci turda ise, asgari %50+1 oy almak üzere, birinci turda en çok oyu alan iki aday yarışacaktır.

Böylelikle, yürütmeden sorumlu Devlet Başkanı toplumsal “mutabakat” ile (oy birliği ile) belirlenmiş olacak (siyasi irade ile değil); güvenoyu sorunu ortadan kalkacak; tartışmasız, çok daha uyumlu, etkin ve tabii, bağımsız yürütme ortamı yaratılmış olacaktır.

3. Adalet mekanizması (yargı), Başkan ve üyelerinin Devlet Başkanınca atanıp, Meclisce onaylanan, aranılan nitelikleri koruduğu sürece yaşamları boyunca görevde kalacak hakimlerden oluşan bir Yüksek Mahkeme’ye bağlanacaktır. Bu mekanizmanın bütçesi, adli harçlardan oluşan ve yürütmeden bağımsız özel bir fon tarafından karşılanacaktır.

Bunun anlamı, yargıda görev alan savcıların, hâkimlerin (bugünkü anlayışla) “devlet memuriyeti” vasıflarının ortadan kaldırılması yani, bağımsızlaşmalarıdır.

Kabul ediniz ki, bu insanlar yürütmeden (siyasi otoriteden) maaş aldıkları sürece, birey ile devlet arasındaki herhangi bir çatışmada tarafsız kalamazlar. Bu insan doğasına aykırıdır. Nitekim, geçenlerde bir savcımızın, İtalya’daki bir savcıya “Ben devlet memuruyum” ifadesi, bunun somut delilidir:

4. Öngördüğümüz anayasa, BİRLEŞMİŞ MİLLETLER İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne bütünüyle yer vereceği gibi; bu konudaki tüm olası gelişmelere uyulacağının peşinen kabul edildiği hükmünü içerecektir.

Anayasa’da insan hak ve özgürlükleri konusunda Türk toplumuna özel hiçbir ek madde bulunmayacaktır.

5. Öngördüğümüz anayasa, çağdaş dünyada “dördüncü güç” olarak anılan kitle iletişim organlarının çağdaş demokratik hukuk devletine saygılı işlev vermelerini esasa bağlayan ilkelere muhakkak yer verecektir.

Böylelikle, basın özgürlüğü toplumsal mutabakat sonucu (siyasi otorite değil) tanımlanacak; aynı konuda süregelen tartışmalara son verilebilecektir.

6. Öngördüğümüz anayasa, anayasanın onaylanması ve değiştirilmesi yetkisinin, Devlet Başkanı’nın önerisi ile, toplum iradesine verildiği hükmüne muhakkak yer verecektir.

Anayasalar Toplumsal Sözleşmelerdir

Liberal Demokrat Parti olarak biz, çok farklı ve acil koşulların ürünü olan 1924 Anayasası’nı hariç tutarsak, Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir anayasasının, milli ya da, toplumsal iradenin ürünü olmadığına inanıyoruz

Oysa, anayasalar bir milleti devlet yapan “toplumsal sözleşmeler” dir ve toplumsal mutabakat ürünü olmaları gerekir.

Bağımsız Yargı

Çerçeveyi böylece çizdikten sonra, tekrar konumuza dönersek, demek ki, öngördüğümüz sistemde yargı gerçek anlamda bağımsızdır. Bu sistem içinde hâkimler ve savcılar, Devlet Başkanınca atanmış ve Meclisce onaylanan hakimlerden oluşan bir organa (Yüksek Mahkeme) bağlıdırlar. Bu organ, tayin, maaş, vb konularda özerktir.

Türkiye’de yetişmiş, kaliteli bir yargı sınıfı, adalet sınıfı mevcuttur. Bu sınıfa, kendi kendini kontrol edecek, idari tayinler vb konularda kendi öz mekanizmalarını işletecek imkânlar tanırsanız, hakiki bağımsız yargıyı ortaya koymuş olursunuz.

Bu işleyiş için ek kaynağa gerek yoktur. Adli harçlar artırılacaktır, o kadar. Türkiye’de özellikle, ticaret mahkemelerinden alınan harçlar zaten dünya standardının çok altındadır. O harçlar biraz daha yükseltilirse, adli sistemin bütün parasal ihtiyaçlarının rahat rahat karşılanacağı bir fon oluşacaktır.

Adli mekanizma yürütmeden ne lojman isteyecektir, ne araba, ne de koruma isteyecektir. Mahkeme harçları bir adalet fonunda birikecek ve bu fondan tevdi edilecektir.

Ülkenin en müreffeh yaşayan kesimi de, yargıçlar ve savcılar olmalıdır ve olacaktır. Çok yüksek maaş alacaklar, çok yüksek imkanlara kavuşturulacaklardır. Kurulan sistemin esası budur. Yargıya mali ve idari bağımsızlık verilecektir.

Yukarıda da ifade ettiğim üzere, bütün bu yeni bir anayasa ve bir dizi yeni kanun meselesidir. Biz Türk toplumunun buna hazır olduğuna gönülden inanıyoruz.

Anayasa Değişiklikleri Hep Gündemdedir

Malûm, Türkiye’de anayasa değişikliği konusu gündemden hiç çıkmaz. Bu 60’larda da, 70’lerde de, 80’lerde de böyleydi; şimdi de böyle. Hem konu gündemden hiç çıkmaz, hem de bu konuda yetki sahibi TBMM hiç yol almaz çünkü, bence aslında “neden” anayasa değiştirilmeli hususunda mutabakat hasıl olamaz.

Anayasalar “dar”dır, “bol “dur; demokratiktir, antidemokratiktir; millidir, değildir; “sivil ” dir, askeridir derken, siyasîlerimiz hep belirli maddelere takılır kalırlar ve değişiklik konusu partiler arası pazarlık konusu olmaktan öteye gitmez.

Biz inanıyoruz ki, Türkiye’nin bir “demokratik hukuk devleti” olması konusunda toplumsal mutabakat çoktan oluşmuştur fakat, bu durum TBMM’de, yine yukarıda ifade ettiğim nedenlerle, yansımamaktadır. Neden?

Meclis Diktaları

Mevcut düzende bir siyasi parti TBMM aritmetik çoğunluğunu ele geçirdiği an, yasamaya da, yürütmeye de, yargıya da egemen olabilmektedir. Kabul ediniz ki, bu inanılmaz bir güçtür hatta, ihtiraslıysanız (ki, politikacı doğası gereği ihtiraslıdır) vazgeçilemez bir güçtür.

Demokrasi geleneğiniz de sığ ise ya da yoksa, bir tür “meclis diktası” kurmak size son derece cazip gelecektir. Dahası, bu durumu içinize sindirdiğiniz oranda, savunabilirsiniz de: TBMM çoğunluğu bende diye, toplum adına en iyisini, en doğrusunu yaptığınızı iddia edebilir ama, aslında, toplum ve bireyleri üzerinde muazzam bir tahakküm oluşturursunuz.

Mutabakat yani, “oy birliği” ile”oy çokluğu” ayrı şeylerdir; bunları birbirine katiyen karıştırmamak gerekir hele de çoğulcu demokrasiden söz ediyorsak!

Bugünkü durum, maalesef, budur. Siyasi partilerimizin kendi içlerindeki delege sistemi gibi anti-demokratik uygulamaların ve tabii, ha bire Seçim Kanunu değişikliğine gitmek istemelerinin temelinde hep TBMM aritmetik çoğunluğunu ele geçirme istemi yatmaktadır.

Özetle, diyeceğim şu ki, anayasa değişikliği konusuna siyasilerimizce mutabakatla gösterilen tek “neden “, demokratik hukuk devletinin tesisi olarak ifade bulmadıkça, hiçbir yere gelemeyiz. Mevcut anayasanın şu ya da bu maddesini değiştirerek özlediğimiz hukuk devletine kavuşmamız mümkün değildir; özlediğimiz demokratik hukuk devleti yani, yargı ve hukuk devleti yani, çağdaş, uygar devlet!

Özendiğimiz, hedef koyduğumuz “batı uygarlığı” liberal-demokratik bir uygarlıktır ve son 200 yıllık dünya tecrübesi şunu ortaya koymaktadır ki, liberal demokrasi yargının gücü oranında gerçekleşebilir. Örneğin, ABD ta 1800’lerin başından itibaren devletin tüm tasarruflarının yargı denetimi altına alınmasının öncülüğünü yapmıştır.

ABD’de tüm kamu hizmetlerinin etkin biçimde yerine getirilmesinin ardında, bireyi devlete karşı eşitlikçi anlayışla kollayan ve gereğinde kamuyu en ağır biçimde cezalandırabilen güçlü yargı yatmaktadır.

Ekonomik Gelişmişlik ve Yargı

Bir ülkenin ekonomik ve teknolojik gelişmişliği de yargıya endekslidir. ABD bu gerçeğin de en somut biçimde yaşandığı ülke olagelmiştir.

ABD’de liberal ekonominin ön şartı olan rekabet ortamının korunabilmesinde de yargı, anti-tröst ve anti tekel kanunları ve tabii, uygulamaları ile, en büyük rolü oynamaktadır.

Nitekim, bugün Amerikan yargısı örneğin, teşhis ve tedavide hata yapan doktoru öyle cezalandırmaktadır ki, bu durum en iyi doktorluğun ABD’de yapılması ile sonuçlanmıştır.

Aynı şekilde, yolda belediyenin açık bıraktığı bir çukura düşen bireye öyle tazminat hakkı tanımaktadır ki, sonuç olarak en etkin belediyecilik ABD’de yapılmaktadır.