soru - cevap
Mevcut partilerin isim ve amblemleri değişik olsa da düşünceleri benzerdir. Bunlar Ankara partileridir, yani devletçidirler. Devletin birey için değil, bireyin devlet için varolduğu ön yargısıyla icraatta birleşirler. LDP ise bireyi devlete karşı korumak için yola çıkmıştır. Milliyetçi ve Muhafazakar görüşlerin milletimizin benimsediği şekli ile savunuculuğu üstlenmiştir.
Bu uygulama yanlıştır. Garantiyi devlet veriyor, zararı vatandaş ödüyor. Sistem değişmeli, devlet aradan çıkmalı, özel sigorta fonu devreye girmelidir. Garanti veren devletin denetimi gereği gibi olmadığından bankaların batması önlenemiyor. Oysa özel sektör sigorta fonu oluşturulduğunda, ilgili kuruluşa, her bankanın yönetim kuruluna bir adam koyarak denetim yapma hakkı verilecek. O durumda; para özel sektörden çıkacağı için gerekli denetimle, usulsüz kredi söz konusu olmayacak banka da batmayacak. Özel sektör mevduat sigortası isteğe bağlı bulunacak, arzu etmeyen banka sistem dışında kalabilecek, ancak bunu “Bankamız hiçbir mevduat sigortası fonu kapsamında değildir” yazılı tabelaları her şubesinin girişinde görünür bir yere asarak ilan edecektir. Alan razı veren razı olduğundan, sonuçta kimsenin sızlanmaya hakkı kalmayacaktır.
Dış güçler nedir? Dış güçler öcüsü (!) bizim beceriksiz politikacıların başarısızlıklarına sebep gösterdikleri, dayanaksız bir mazerettir. Bir dönem de, CIA ve KGB’den söz edilirdi. Dış güçleri diline pelesenk edenlerden bir kişi çıkıp da, “Şu yararlı girişimimizi, şöyle bir müdahale ile şu güç sabote etti” diyebilir mi?.. Dış güç ancak askeri kuvvet kullandığında gündeme getirilebilir. Kredibiliten düşmüş, dışarıdan yardım alamıyorsun, sebep dış güçler… Kıbrıs sorununa çözüm bulamıyorsun sebep yine dış güçler… Gerekli düzenlemeleri yapamıyor, lobi faaliyetlerini sürdüremiyorsun, dış güçler diyorsun. LDP’nin inandığı tek güç Türk milleti, onun şaşmaz sağduyusu ve sarsılmaz iradesidir.
Dış ve iç güvenliği sağlayan, yaygın yargı hizmeti ile kısa sürede adalet tevzi ederek hukukun üstünlüğü inancını maşeri vicdanda pekiştiren Devletin etkinliği, hiç şüphesiz tartışma dışıdır ve bu işlevi sürdüren devletin zaafa düşmesi söz konusu değildir. Uluslararası kartellerin ülkemizi istismar edebileceği varsayımı ise tamamen yersizdir. Onlar; bizim yasalarımıza uymayı kabullenerek Türkiye’ye gelecekler, güvenerek yatırım yapacaklar, bir anlamda bize teslim olacaklar. Bizim dışarıdan çok yüksek faizlerle kredi bularak yapacağımız yatırımları, yabancılar sıfır faizle gerçekleştirmiş olacaklar. Bugün Çin’in bile kapılarını ardına kadar açtığı, yabancı sermayeden korkmak değil, gelmesi için uygun vasatın oluşturulmasına çalışmak gerekmektedir.
Polis gücü etkili bir adalet sisteminin tamamlayıcı unsurudur. Gerçek demokrasilerde polisin çok güçlü olması gerekmektedir. Polis en etkin silah ve teknik gereçlere ve en modern çalışma ortamına kavuşturulacak.
Enerji de bir metadır. Alınan satılabilen bir mal gibidir. Nitekim komşularımız satıyor, ihtiyaç olduğunda biz de alıyoruz. Eğer üretim zararlı ise niye Devlet yapsın?…Karlı ise (ki öyle olduğu ortada) niye özel sektör yatırım yapmasın? Görülecektir ki; enerji yatırımları özel sektör eli ile yapıldığında maliyetler en az yüzde 40-45 oranında düşecektir. Devlet her türlü yatırımın dışında kalmadıkça, ülkenin fakirlik çemberinden kurtulması süresi uzayacaktır. Serbest ticarete açılan Habur sınır kapısının ülke ekonomisine katkısı yılda 3.5-4 milyar dolardır. Ülkeye hiçbir masrafı da yoktur. Yıllardır çalışılan ve milyarlarca dolar harcanan GAP’ın getirisi, Habur’un çok gerisindedir. O nedenle Devlet; yatırımcı değil, koordinatör rolünü üstlenmelidir.
Bize göre ülkemizin en mühim meselesi ekonomik çıkmaz ve buna bağlı olarak yolsuzluklar ile israftır. Değişik zeminlerde sürekli dile getirdiğimiz husus Devletin her türlü akçeli işlemlerinden çekilmesi (Buna kalitesiz ve pahalı yapılan her hizmet ve üretim dahil) rekabete dayalı gerçek Liberal ekonomik düzenin kurulmasıdır. İşsizlik ancak böyle çözümlenir, fakirlikten sadece bu yöntemle kurtulmak mümkün olur. Bir ülke fukaralık çemberini kırmadıkça her türlü aşırı akıma maruz kalır,milli ve manevi değerler tahrip olur, moral motivasyon sıfırlanacağından hiçbir reform gerçekleştirilemez, sağlıklı yapı kurulamaz.
Berbat desek karamsarlığa kapılacaksınız , fevkalade desek iyimser olup inanmanız bir yana güleceksiniz 1994 ‘de yayınlanan kitabımızda da yer alan benzer bir soruyu o tarihte şöyle cevaplandırmıştık : “Ekonomi maalesef çok kötüye gidiyor.Türk ekonomisi büzüldükçe büzülüyor.Daha da fenası bu durum devam edeceğe benziyor.Büyük potansiyeline rağmen Türkiye’nin yaklaşmakta olan kötü sonu engelleyemeyeceği görünüyor…” Evet … Ekonomi 1994 kitabımızın 164. sayfasında yer alan bu öngörü, maalesef günümüzde yaşanıyor.Atasözümüzde anlam kazandığı gibi, görünen köy kılavuz istemiyor. Çözüme kavuşmak , düze çıkmak için halkımızın , “Ankara kafası” ile bu meselelerin halledilemeyeceğini artık görmesi gerekiyor.
Bu tür ülkelerin (Kore, Malezya, Endonezya) devletçi modelle zenginleştiğini sanmak yanılgıdır. O ülkelerin çok zengin kaynakları olması bir yana, halk zorla tasarrufa yönlendirilmiş ve meydana gelen tasarruf büyük sermaye şirketlerini ortaya çıkartmıştır. Halk ürettiğinin sadece çok az bir kısmını tüketebilmiş ve tek kelime ile 30 yıl eziyet çekmiştir. Sonunda özelleştirmeye gidilmiş ama geç kalındığından büyük kriz yaşanmış ve anlı-şanlı “Asya Kaplanları” çökmüşlerdir. Herkes şuna inanmalıdır ki ; Devletin ekonomide başarılı olduğu bir tek ülke bile yoktur.
Öncelikle belirtelim ki; Liberal Demokrat Parti Kıbrıs’ta taviz verilmesine karşıdır. İki toplumun birlikte yaşaması mümkün değildir. Böyle bir durum, 1974 öncesinde olduğu gibi iki toplumun sürekli kapışmasından, dolayısıyla Türkiye ile Yunanistan ilişkilerinde gerilimin maksimuma oturmasından başka bir sonuç getirmeyecektir. 12 Eylül 1980 ihtilalinden sonra Evren tek taraflı bir kararla Yunanistan’ın NATO’ya girmesine rıza göstermeseydi… 1991’de : ABD başkanı Bush’un Türkiye’den yana ağırlık koyacağını bildiği için Yunan Başkanı Mitçotakis’in istemeyerek gittiği Paris’te Kıbrıs sorununun sıcağı sıcağına çözümlenmesi söz konusu iken Mesut Yılmaz “Şimdi seçime gidiyoruz,sonra bakarız. ” diye işin ucunu bırakmasaydı… Türkiye şimdiki dezavantajlı duruma düşmez, gündemde Kıbrıs diye bir sorun bulunmazdı.Biz adada iki ayrı devlet olmasında ; hem Rum kesiminin hem de Yunanistan’ın yararı bulunduğunu tarafların (somut örnekler ortaya konulduğunda) kabulleneceği inancındayız.
Bu tür söylemler ve yasalara aykırı düşmeyen eylemler normal karşılanmalıdır. Vatanseverlik doğal bir duygudur, hepimiz vatanseveriz. İçimizden bazıları bu hislerini daha aşırı bir şekilde yansıtabilirler. Onları da (yasal çerçeve dışına taşmadıkları sürece) hoş görmek gerekiyor. Dünyada; tek tip insan modelinden oluşan bir toplum olmadığını da dikkatten kaçırmamak gerekiyor. Aşırılıklara büyük tepki göstermek, bir anlamda prim vermektir.
20.Yüzyıl geride kalmış, dünya küreselleşme yolunda önemli aşamalar kaydetmiş ve uydu aracılığı ile yapılan her dilden yayın, evlerin içine girmişken bu tür yasaklamalar akılcılıkla ters düşmektedir. Bize göre herkes bildiği ve istediği dili konuşabilir.
Gelişme ve kalkınma için ticarete öncelik verdiğimiz doğrudur. Finans sektörüne de vergi muafiyeti dahil her türlü güvenceyi sağlayacağımızı her zeminde vurguluyoruz. Ağır sanayi konusuna gelince…Konuya ilgi duyan yatırımcıları özendirici yasal düzenlemeleri yaparak, bürokratik engelleri kaldırarak, güven ortamı oluşturacağız. Ancak… İsdemir,
Karabük ve benzer tesislerde olduğu gibi hiçbir ağır sanayi kuruluşuna Devlet tek kuruş dahi yardımda bulunmayacaktır. Özel sektör bünyesindeki ağır sanayi tesisleri, piyasa şartlarına göre faaliyetlerini sürdürdüğü taktirde ülke için yararlı olacak, rekabet yarışında geri kalmamak amacıyla teknolojisini sürekli yenileyeceğinden, devlet tesisleri gibi hantal bir konuma düşmeyecektir.
Hükümetler Deli Dumrul örneği her akıllarına geldikçe ihtiyacı gidermek için vergi çıkarıyor ve oranlarını yükseltiyorlar ise o ülkede ekonomik gelişme olmaz. Bir yandan üretim düşer, öte yandan (kaçınılmaz doğal sonuç gereği) işsiz sayısı artar. Her yeni vergi; güvensizlik ortamını biraz daha pekiştirir, ekonomiyi zehirleyerek zaman içinde mefluç hale getirir. Hükümetlerin kısa sürede Meclisten geçirmiş olmakla övündükleri vergi yasalarının, anemi pençesinde bitap düşen hastadan kan almaktan farkı yoktur.
Avrupa standartlarını 5 yılda yakalamayı hedef olarak ilan eden LDP’nin bir tedbirler paketi vardır. Türkiye’de ekonomik alanda olduğu gibi siyasal, sosyal ve kültürel alanlarda da çok hızlı bir yeniden yapılanma bu paketin öncelikli uygulanmasında önemli temel taşlarıdır. Farkında olanlar biliyorlar ki; ülkemiz Cumhuriyet döneminin en buhranlı günlerini yaşamaktadır. Durum gerçekten çok vahim olmakla birlikte umutsuz değildir. Türkiye’nin ihtiyacı; yeni anlayışa ve yeni lidere sahip yeni bir partidir. O da; sunduğu çözüm önerilerine kimsenin karşı çık(a)madığı LDP’dir. Çünkü LDP; Türkiye’nin öz kaynaklarının rasyonel kullanılması halinde, dünyanın lider ülkeleri arasına katılacağına inanmakta, uygulamayı üstlenmeye yeterli kadro ve bilgiye sahip bulunmaktadır.
Biz finansman maliyetini sıfıra indiriyoruz, ulaştırma vergilerini sıfıra yaklaştırıyoruz, gümrük vergisini kaldırarak sanayiin ihtiyaç duyduğu malların maliyetini büyük ölçüde düşürüyoruz. Bu durumda sanayicimiz ucuz ve kaliteli mamul üretemiyor ve aynı malı ABD’den okyanus aşarak getiren adam daha düşük fiyata satabiliyorsa, bizimkilere şapkalarını önlerine koyup yanlışlarını nerede yaptıklarını aramaktan başka yapacak bir şey kalmıyor. Tröst ve tekel kurulması meselesine gelince…Parti programımızda anti-tekel ve anti-tröst yasalarının getirileceği ve konuyla ilgili özel ihtisas mahkemelerinin kurulacağı yer almaktadır. Tüketici; bugünkü sahipsiz durumundan bu özel yasa ve mahkemeler sayesinde kurtarılacak, haksız kazanç dönemi son bulacaktır.
Bize göre ilköğretimde de, Yükseköğretimde de Kürtçe eğitim yapılabilir. Kürtçe; eğitim dilinde yeterli olabiliyorsa, özel okula Kürtçe öğrenime ilgi duyan öğrenci bulunabiliyorsa,Kürtçe dili ile öğretim veren fakülte mezunlarına yurt içinde ve dışında büyük ihtiyaç duyuluyorsa, arz talep ilişkisine göre bu tür eğitimde hiçbir sakınca yoktur.
Bir ekonominin can damarı finansmandır. Bol para olmadan pahalı finansmanla bir ekonomiyi geliştirmek mümkün değildir. Bu bakımdan en çok önem vereceğimiz konu ülkede paranın bollaşması yoluyla ucuz finansman sağlamak olacaktır. Bunun içinde finans sektöründe vergi muafiyeti gerçekleştirilecektir. Türkiye’nin bir finans cenneti haline getirilmesi sağlanacaktır. Yaşamakta olduğumuz ekonomik krizin temel nedeninin iç borç faizlerinin yüksekliği olduğu göz önüne alınırsa, konunun önemi kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Çok basit bir formül var. O da; ABD dolarına bağlı para çıkartmak. Adına “ Yeni Lira” denilir ve ABD dolarına endekslidir. Biz bunu 7 yıldır getiriyoruz. Bulgaristan, bizim deklarasyonumuzdan 5 yıl sonra Leva’sını Mark’a endeksledi ve işi bitirdi, enflasyonu da tek rakamlı göstergeye indirdi.
Aslında “ Devlet olmazsa insanların hali ne olur” şeklinde soruyu özetlemek mümkün. Gerçekten çok iyi olur. Üretim artar, verimlilik oranı yükselir, Devletin ekonomiden çekildiği oranda kamu ve özel sektör çalışanının geliri artar. Bütün mesele kaynakları akıllı kullanmaktadır. O takdirde GSMH katlanarak büyür, o gelirlerle özel sektör yatırıma yönelir ve ülkede işsiz kalmadığı gibi yabancı işçiye ihtiyaç duyulur.
Dünyanın hiçbir ülkesinde enflasyonla kalkınma olmamıştır, olamaz da… Bu aldatmaca yakın geçmişte Türkiye’de de gündeme getirilmiştir. Başarılı görünen hükümetler, önleyemedikleri enflasyonu, kalkınmanın bedeli gibi yutturmaya çalışmışlardır. Kalkınmanın göstergesi sayılan yatırımların faturası ise normalin çok üzerinde değerlerle halka ödetilmiştir. Liberal piyasa felsefesiyle devletçilik yapılmış, kamu çalışanlarının sayısı sürekli arttırılmış, enflasyonun üzerinde vergi tahsil edilmesine rağmen kamu finansmanı karşılanamamış, enflasyon sebebiyle devlet büyük bir borç yükünün altında kalmıştır. Enflasyonist uygulamalar sonunda deniz bitince devalüasyonda karar kılınmış, iç ve dış borç toplamı 170 milyar dolarak ulaşınca, yolun çıkmaz olduğu anlaşılmış ama çok geç kalınmıştır.
Maalesef değil… Zaten bu anlayış, bu beklenti ve bu yöne gelişen uygulamalar, kapitalizmi devleti yağmalamakla özdeşleştirmiştir. Ancak; bu tür kapitalizmin liberal ekonomi ve liberal doktrinle hiçbir ilgisi yoktur. Ama bu anlayış sahiplerinin LDP’nin getireceği modele karşı çıkmasının yasal bir sakıncası da yoktur. Biz “Devlet gölge etmesin başka ihsan istemez” diyen sağduyu sahibi büyük kesimin desteğini alacağımıza inanıyor, çıkara endeksli marjinal bölümü de fazla bir etkileme güçlerinin olmadığı bilinci ile önemsemiyoruz.
Irkçı yada hegemonyacı tavırları reddeden LDP, dış Türkler konusuna çok özel bir değer ve önem vermektedir. Türk-i Cumhuriyetlere yaklaşımımız hami veya ağabey tavrında değil, samimi bir dost ya da candan akraba gibi olmalıdır. Soydaşlarımızın onurlarını rencide edebilecek beyan ve davranışlardan özenle sakınılmalı, iki eşit olarak ilişkiler sürdürülmelidir. Bireyler arasında olduğu gibi devletler arasındaki münasebetlerde de tevazu, hoşgörü ve sevecenlik esas mihveri teşkil etmelidir.
Silahlı Kuvvetlerimiz; siyaset dışı konumu ile milletimizin büyük sevgi ve itimadını kazanmış , alternatifi olmayan bir kurumdur. Her hangi bir dış müdahaleye karşı ülkemizin sınır güvenliğini, halkımızın can ve mal emniyetini üstlenmiştir. İç ve dış politika ile ilgisi olmayan ordumuzu siyasete bulaştırmaya kalkışanlar, sorumluluk taşımayıp ortak arayanlardır. Bu konudaki tek geçerli referans Atatürk’ün “Ordu siyaset dışıdır ve öylede kalmalıdır.” sözleridir.
Biz sağlık reçetesini 1994’den bu yana her zeminde dile getiriyoruz ve “Böyle şey olmaz, reçete yanlıştır” diyen çıkmıyor ama uygulama da yapılmıyor. Mesele çok basittir. Sorun; faizlerin çok yüksek, vadelerin kısa olmasıdır. Yapılacak iş bir an önce KİT’leri ve hazine arazilerini satarak iç borçları kapatmaktır. Bu uygulama dürüst, şeffaf ve akıllıca yapıldığında elde edilecek gelir, dış borçları da kapatacaktır. Devlet çarkının dönmesine gelince…. Faiz ödemesinden kurtulmak zaten cari masrafların karşılanmasına yetecektir. %10 oranında toplanacak vergi ise yaygınlaşacağından, bugünkünden daha fazla bir rakama ulaşacaktır.
Bugünkü eğitim sistemi iflas etmiştir. Eğitim özelleştirilecek, eğitim kurumları kişi ve vakıflarca kurulacak veya mevcut eğitim kurumları kişi ve vakıflara devredilecektir. Eğitimden her türlü vergi kaldırılacak, bu konuda yapılacak yatırımlara 0 vergi uygulanacak, çalışacak öğretim görevlileri ve personelden de hiçbir vergi alınmayacaktır. Arazinin sadece %5’ine inşaat yapmaları şartıyla hazine arazileri, özellikle ormanlık alanlar eğitim kurumlarına 99 yıllığına verilecek, bu şekilde hem ormanlar korunmuş olacak, hem de dünyanın ileri üniversitelerinin de Türkiye’ye gelmelerini sağlayarak büyük üniversiteler kurulmuş olacaktır. Üniversiteden başlamak suretiyle aynı sistem liselere ve ilköğretim okullarına da uygulanacaktır. İyi öğrenci kıstası, iyi iş bulabilmektir. Dolayısıyla iyi iş bulabilen öğrencileri yetiştiren okullar belli bir klasmana tabi tutulmuş olacaklar ve aradaki rekabet dolayısıyla eğitim kurumları daima daha iyi öğrenci yetiştirebilmek amacıyla yarışacaklardır. Bu ülkedeki eğitim sistemini çok kısa bir süre içerisinde ıslah edecek ve en üst düzeye getirecektir.
LDP’nin sistemi kuvvetler ayrımını gerçekten sağlayacak bir sistemdir. Yargı çok yüce bir konuma getirilecek, Başkanlık Sistemi ve 2 turlu dar bölgeli bir seçim sistemi uygulanacaktır. Başkan, dörder yıldan iki kez seçilebilecektir. Bakanlıkların sayısı 15 dolayına düşürülecek ve asıl bakanlıkların içi boşaltılacak dev gibi kadrolar iptal edilecek ve bakanlar Meclis dışından atanacaktır. Böylece partizanlık önlenecek, Meclis yasama ve denetleme görevini yapacak, hükümet de yürütme görevini rahatlıkla icra eder hale gelebilecektir. Dar bölge uygulamasıyla vatandaş milletvekilini tanıyacak ve kendi seçecek, bundan dolayı o milletvekili parti liderine değil, seçmenlerine muhatap olacaktır. İlk turda % 51 alan çıkmazsa en çok oy alan iki aday, ikinci turda karşı karşıya gelecek ve daha fazla oy alan seçilmiş olacaktır.
Elbette ki hayır … Sürekli vurguladığımız husus, vatandaşın özgür iradesinin önüne hiçbir engel konulmaması, varsa mevcutlarında kaldırılmasıdır. Hal böyle olunca ; Asıl olan milletin, vekilini de kendi ölçüleri ve değer yargıları ile seçmesi esastır. Merkez yoklamasıyla vatandaşın önüne isimler koyup “millet vekili adayları olan bu kişilere oy vereceksin” demek ne liberal görüşle, ne çoğulcu demokrasiyle,ne de asgari nezaket kurallarıyla bağdaşır. Ayrıca bu yönetimle Meclise giren milletvekillerinin halkın temsilcisi olmadığı, arkalarında kendilerini destekleyen bir seçmen kitlesinin bulunmayışından da bellidir. LDP her seçim bölgesinde yapılacak ön seçimle, vatandaşın kendi temsilcisini belirlemesinin zeminini hazırlayacaktır. Böylece kişileri adaylığa da, milletvekilliğine de o bölge insanlarının seçebilmesinin (dolayısıyla hesap sorabilmenin ) yolu açılacaktır. Doğaldır ki; Meclise salt halk desteği ile gelen milletvekillerinden oluşan parlamento grubu da, her kişiden ve zümreden, her işlemin hesabını son noktasına kadar sorabilecektir.
Vatandaşın içler acısı durumu, kendisi bir yana sağır sultanın bile malumu. İktidarda ve muhalefette bulunan Ankara partilerinin tamamı, icra yetkisi alarak yönetime geçtikleri halde, 30 yıldır süren kronik illete çare sunamadılar. Nöbet devreder gibi iktidara gelip gittiler, işi adeta sıraya bindirdiler. LDP ise hastayı sağlığına kavuşturacak tedavi yöntemini açıklıyor ve kullanılacak ilaçları da (süre ve adet belirterek) izah ediyor. Bundan sonrası hasta konumunda bulunan seçmene kalıyor. Hallerinden memnun olanlar kendilerini illete mahkum edenlere, sağlıklarına kavuşmak isteyenler de tercihlerini LDP lehine kullanacaklar. Bu tercihi yaparken de; 1995 ve 1999’daki yanlış doktor seçiminin hastayı nasıl umutsuz vaka haline getirdiğini dikkate alacaklar.
Bu boyuttaki bütçelerle (açık olmasa bile) Türkiye’nin problemlerini çözümlemesi ve gelişmiş ülkelerle arasındaki uçurumu kapatması imkansızdır. Kemer sıkmakla, vergi oranlarını yükseltmekle, yeni vergiler icat etmekle, içine düştüğümüz çukurdan kurtulamayız. Bütçenin ilk etapta 150, sonraki 5 yılda da 300 katrilyona ulaştırılması şarttır. LDP Programında bu artırımın nasıl gerçekleşeceği, nereden kaynaklar sağlanacağı net bir şekilde açıklanmıştır. Tek çözüm bütçeyi önce 3’e, sonra da 6’ya katlamaktır Bir ailede birey sayısı ve masraf arttığında gelir sabit kaldığında, azami ölçüde tasarrufa riayet edilse bile fakirlik kaçınılmazdır. Aynı şey ülkeler için de gereklidir. Bir yandan savurganlık önlenecek, öte yandan da gelir arttırıcı girişimler ve bu yönde yasal düzenlemeler yapılacaktır.
1950 yılı şartlarında merhum Bayar , davet edildiği Çankaya köşkünde günün Cumhurbaşkanı İnönü’ye öyle bir teminat vermeyi zorunlu görmüştür. Toplumda “devr-ı sabık yaratmayacağız” güvencesi dolayısı ile Demokrat partiye iktidarın devredildiği ve ülkede çok partili demokratik sisteme geçildiği ortak yargıdır. Sonraki iktidarlar için Demokrat partinin güvencesinin geçerli olmayacağını izaha gerek yoktur. LDP’nin ; özellikle 1960’dan bu yana birbirlerini aklayan , yanlışları görmezden gelen iktidarların yolundan gitmesi söz konusu dahi edilemez.Zira böyle bir uygulamanın benimsenmesi LDP’nin kendisini inkarıyla eş anlamlı olur.
Herhangi bir açık değil, bilakis fazlalık söz konusu olacak. Paranın maliyeti azalacağından kredi faizleri de düşecek, kredi ucuzlaşınca alıcısı çoğalacak, işyerleri açılacak, işçi istihdamı yoğunlaşacak, üretim artacak, alış-veriş hacmi genişleyecek ve bütün bu oluşumlar sonunda devletin geliri eskisine göre birkaç defa katlanacaktır.
Güneydoğu için ayrıcalık düşünmüyoruz. Türkiye’deki az gelişmiş bölgelerin tümünde hayat standardını yükseltecek tedbirler, bu yörede de hissedilir şekilde bir iyileşmeyi sağlayacaktır. Gümrüklerin sıfırlanması ve sınır ticaretinin serbest bırakılmasıyla Güneydoğu bölgemizin çok kısa bir sürede kalkındığı görülecektir.
Netice-i kelam ile toparlanan soruya cevabı biz de, lafı yekün tutup aydın işi özetleyelim: Problemler kalmadı denilecek kadar azalacaktır. Kadrolar şişirilmeyecek, harcamalar geometrik artmayacak, tazminatlar düşecek, sübvansiyon dönemi kapanacak, 3’e mal olacak ihtiyaçlar 23’e alınmayacak, 5’e verilecek ihaleler 25’e bitirilmeyecek, lojman ve araba saltanatı ortadan kalkacak, devlet küçülerek devleşecek…
Biz parti olarak kafaların dışının nasıl örtüleceği ile değil, içinin nasıl doldurulmasıyla ilgiliyiz. Bireylerin kılık ve kıyafetlerine bir standart getirilmesini, insan hak ve özgürlükleriyle bağdaşmayacağına inanıyoruz. Ayrıca; bu ve benzeri konularda getirilen yasaklar, reaksiyona yol açacağından istenilen sonucu da veremez. Toplumlarda barış ve birlik, yasaklarla değil uzlaşma ve hoşgörü ile sağlanır.
Özelleştirme gerçekleştiğinde bazılarının avanta muslukları kesilecek, bazılarının da afur tafuru ve devlet kesesinden bonkörlük yapmaları devri kapanacak. Ayrıca bunlar ekonomiyi de bilmiyorlar ve özelleştirmeden sağlanacak para ile yatırımların destekleneceğini, yeni projelerin gerçekleştirileceğini (prim toplayacaklarını sanarak) söylüyorlar. Tuhaftır; devlet yeni yatırıma yönelecekse, özelleştirmenin niçin yapılacağını bile düşünemiyorlar.
Hayır…Ailemiz kaç çocuk sahibi olacaklarını kendileri karar verecektir.Biz her konuda olduğu gibi doğumla ilgili olarak bir zorlama ya da yönlendirme ön görmüyoruz. Liberal Demokrat Parti Devleti yönetmeye ve vatandaşın önündeki bürokratik engelleri kaldırmaya,kısıtlamanın her türüne son vererek Türkiye’yi gelişmiş ülkeler seviyesine çıkarmaya taliptir. Partimizin; bireyin özgür iradesiyle belirleyeceği hiçbir konuya müdahalesi kesinlikle gündem maddesi bile olmayacaktır.
Elbette kalmalıdır.Ülkemize Gelen devlet başkanları (yalnız seçilmişler oy kaygısı ile değil Krallar, Kraliçeler dahil) ve diğer ünlü kişiler, resmi program dışında Fener’e giderek Patrik’i ziyaret etmektedirler.bu Türkiye’nin önemi ve kredibilitesi açısından da çok büyük bir puandır.Tıpkı papanın Vatikan’ı önemli kılması gibi… Ayrıca , İstanbul’u zapteden Fatih Sultan Mehmet ,kendisi için çok kolay olmasına rağmen patriği şehirden kovmamış ,aksine büyük imtiyazlar tanıyarak ruhani liderliğin bütün fonksiyonlarını icra edecek şekilde oturmasının şartlarını sağlamıştır. Bir başka önemli konu da ; Türkiye’nin Patrikhane’yi gereği gibi değerlendirip yararlanamayışıdır. Durumu anlamak için İsviçre’nin , patrikhanenin ülkesine naklini istediğini ve Cenevre’de tahsis edilen arazinin arzuya uygun şekilde kullanılabileceğini duyurduğunun bilinmesi yeterlidir.
Her ülke, kendisine özgü şartlara göre ekonomik program uygularsa başarıya ulaşabilir. Japonya coğrafi yapısı itibariyle bizim öngördüğümüz modeli uygulamak imkanına sahip değildi. Ayrıca Japonya, yaklaşık 40 yıl süreyle askeri harcama yapmamış, savunmasını ABD üstlenmiş, bu tasarrufla milyarlarca dolarlık bir birikim sağlamıştır. Türkiye böyle bir lükse (!) sahip olsaydı Japonya bir yana, bugün ABD ile rekabet ederdi. Dünyadaki konumumuz ve ekonomik durumumuz dikkate alındığında LDP’nin sunduğu modelin alternatifinin bile olmadığı görülecektir. Teori ile tatbikatın sentezi olan ve rasyonel imbikten damlatılan LDP’nin ekonomik modelinin, Türkiye’yi kalkınmış ülkeler arasına sokacağı, uygulamanın ilk 100 gününden itibaren her kesimde kabullenilecektir.
Devlet, dolayısıyla hükümet, ekonominin yüzde 70’ine yakın bir bölümünü yönetiyor. Tablo böyle olunca, iş dünyasının iktidarlar ile arası açılacak diye ödü patlar. Eleştiriler kapalı kapılar ardında yapılır. Kamuoyu önüne çıkıldığında ise, ne şiş yansın ne kebap kabilinden beyanlarla yetinilir. Kısaca vatandaşın uyutulmasına, durumun kurtarılmasına çalışılır. Sivil kuruluşlar da öncelikle üyelerinin menfaatini korumayı, yönetici konumlarını pekiştirmeyi ön planda tutarak, kamuoyunun tepkisini çekmeyecek bir üslupla yapılanmayı savsaklarlar. Çözüme; halkın bilinçlenmesi ve oyunu doğru yolda kullanarak güvenilir, becerikli yönetimler iş başına getirmesiyle ulaşılabilir.
Ne ilgisi var ?.. Bilakis Liberalizmi benimseyen ve tüm kurallarıyla uygulayan toplumların fertleri çok açık bir kimlik sahibidirler. Mesela insanların milliyetçi olmamaları mümkün mü? Ülkemizi çok sevdiğimizi ve her zeminde Türk olmakla iftihar ettiğimizi dile getirmiyormuyuz? Şartlar ne olursa olsun muhafazakar kimliğimizi korumuyormuyuz? Dini inançlarımızdan ; örf, adet ve geleneklerimizden taviz vermeyişimiz kimliğimizin açık göstergesi değil midir ? Milletimizin tamamının;çağdaş her türlü ihtiyacını karşılayacak refah seviyesine ulaşmasını sağlayacak programımız toplumcu kimliğimizin tescili olmuyor mu? Liberalizm kimliksizlik değil, tam aksine kimliğe ve kimliklerin çeşitli olabileceğine inanan , saygı gösteren bir doktrindir.
Günümüzde sistemin tıkanmasının temel nedeni Yürütmenin, Yasama ve Yargıya büyük ölçüde etkin olmasından kaynaklanıyor. Başkanlık Sistemi, Yürütme ile Yasamanın kesin olarak birbirinden ayrılması ön görmektedir. Yürütme kuvveti tamamıyla Başkana aittir ve onun tarafından kullanılır.Bakanlar ; Yasama Organı dışından atanır, bu organın üyesi olmadıklarından baskı dışı kalırlar. Devlet, çıkar kapısı olmaktan kurtulur. Üyeleri iş takibi yapamayacak konuma gelen Yasama organı da gerekli kanunları süratle çıkarabilir. Bugünkü uygulamada olduğu gibi Adalet Bakanı ve Müsteşarı’nın yer almayacağı 13 üyeli Yüksek Mahkeme tamamen özerk bir kimlik taşıyacağından, her türlü etkilemenin dışında bulunacak ve kuvvetler ayrılığı ilkesi teminat altına alınacaktır.
Bizim sihirli değneğimiz yok ama bilgi ve birikimimiz var. Çözüm aslında çok kolaydır. Basite indirgersek … Öncelikle özelleştirmeyi en kısa sürede tamamlar, hazine arazilerini satar ve elde edilen para ile (ki; bu bizim hesaplarımıza göre en az 200 katrilyon lira civarındadır) iç borçları öderiz. Yeni vergiler ihdas edilecek ise bunların 3 yıldan önce yürürlüğe girmeyeceğini açıklarız. Finans ile ilgili tüm vergileri kaldırır, süre taahhüdünde bulunarak yabancı sermayenin gelişine zemin hazırlarız.Bırakın krizi, Türkiye’yi 5 yılda Avrupa’nın en zengin ülkeleri arasına sokarız.
Benimsediğimiz ekonomik politikanın yapı taşlarından birisi de, ülkemizin coğrafi durumudur. Bu açıdan yaklaşıldığında Türkiye’nin dünyada talihli ülkelerin başında geldiği görülür. Türkiye üç kıta arasında bir köprü işlevine sahiptir. Başta petrol ve doğalgaz olmak üzere her türlü emtia ülkemizden geçirilmek zorundadır. Böyle doğal bir köprüye sahip milletin, dünyanın en zengin devleti olması gerekir. Biz ise normallerin aksini yapıyor, yolları kapatıyor, ticareti kesiyor, mal ve insan geçişini durduruyoruz. Oysa tüm ticari aktivitenin doğal köprü olan ülkemize yansıması gerekiyor. Avrupa, Asya, Ortadoğu ve Afrika ile Kafkasya, alım-satımı Türkiye üzerinden yapmak, dolayısıyla bize bir bedel ödemek durumundadırlar. Şu anda ve daha önce ülkeyi yönetenler, yüksek teknolojinin son ürünü ekipmana sahip olup da kullanmasını bilmediği için iflas eden bir sanayiciden farksızdırlar.
Çöküntü söz konusu bile olmayacaktır. Çünkü; gümrüklerle birlikte finansman vergileri de sıfırlanacak, yerli sanayiciler çok ucuza para bulacaklardır. İkinci olarak ulaştırma vergileri asgariye indirilerek, maliyette önemli bir pay teşkil eden nakliye giderleri büyük ölçüde düşürülecektir. Uygulama ile sanayiin ihtiyaç duyduğu ham maddeler de sıfır gümrükle ülkeye gireceğinden maliyette önemli bir azalma olacaktır. Bu reformla sanayicinin rekabet gücü müthiş bir artışa ulaşacak ve Türkiye’nin dinamik bir sanayii olacaktır.
Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) kaldırılacak, yerine rayting şirketleri konulacaktır. Borsa sayısı da birden fazla olacak ve rekabet ortamı sağlanarak özelleştirilecektir. Mevcut düzende etkin denetleme mümkün değildir. Mesela; hisse senetlerinin borsada işlem görmesini isteyen bir şirket tefeciden borç almış, bunu kayıtlarında göstermiş ve çok muntazam dosyalar hazırlayarak gerekli izni sağlamış . SPK olumlu raporu verdikten sonra sermayesini arttıran şirket halktan trilyonlarca lira topluyor ve batıyor.Çünkü denetim yapan SPK , defterlere yansıtılmadığı için tefeciden alınan büyük meblağı görmemiştir. Oysa borsa özelleştiğinde; direkt zarar görecek olan yönetim, üyelerini çok dikkatli bir şekilde kontrol edecektir. Denetlenmeyen SPK’nın , sağlıklı denetim yapmasının imkansızlığı , şirketler battıkça daha iyi anlaşılmaktadır. Özelleşen ve rakibi olan borsalarda manipülasyon oranı sıfıra yakındır.
Biz siyasetin işadamlarından alınan büyük bağışlarla değil, mütevazı üye aidatları ile yapılmasından yanayız. Katkıda bulunmak isteyen işadamları, üye olur aidat öderler. LDP olarak işadamlarına karşı değiliz ama bu kesime taviz verilmesini de içimize sindiremeyiz. Hatırlanacağı gibi iş adamlarımız ne 27 Mayıs 1960’da ne de 12 Eylül 1980’de , bırakın darbeye karşı çıkmayı, insan hakları konusunda bile tek laf etmemişlerdir. Siyasette önemli olan para değil, halkın güveni ve desteğidir.
İster sanayi, ister tarım, ister başka alanlarda olsun, üretim ekonomik bir faaliyettir. Bu faaliyetin değer ölçüsü, topluma yararı yani maliyetidir. Bu unsurun önemsenmediği ülkeler (Türkiye örneği gibi) bir gün hamasi nutuk atmak uğruna, yıllarca yüksek ateşle yanarlar. Tarımsal üretimde maliyet belirleyici faktördür. Siz tropikal meyve ve sebze yetiştirmek gayretine düşüp de, dünya fiyatlarının çok üzerinde mahsul alırsanız bunları ne içeride ne de dışarıda satabilirsiniz. Tamamını kendiniz de tüketemeyeceğinizden sermaye ve emeği heba etmiş olursunuz.
Türkiye’nin döviz rezervi, başlangıç için Yeni Lira’ ya dolar kadar güven duyulması konusunda yeterlidir. Zaman içinde; Yeni Lira ile ödenecek iç borçların düşmesi, ülkemizin faiz ödemelerinden kurtulmasıyla doğacak olumlu ortam güveni daha da artıracaktır. Bu arada bankaların mevduatlarda Yeni Lira’ ya Dolar’dan 2 puan fazla faiz vermesi(geçici devlet sübvansiyonu ile) Yeni Lira’ya dönüşü ayrıca teşvik edecektir.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında “Vahşi Kapitalizm” tartışmaları gündeme getirilerek Devletin sosyal politikalar uygulaması gereği savunulmuştur. Bu görüşler paralelinde Devletleştirmeler yapılmış, çeşitli sosyal yardım uygulamaları başlatılmış, sonuçta Devletin ne mal, ne hizmet üretebildiği gerçeği ile yüz yüze gelinmiştir. Çözüm için arayışlara girildiğinde Liberal ekonomik düzenin tek alternatif olduğu görülmüş ve dünya devletleri birkaç istisna dışında bu yola yönelmişlerdir. Sosyal bilimciler; insana, liberal felsefe haricinde değer veren başka bir sistem olmadığında (ancak yüksek faturaların ödenmesinden sonra) görüş birliğine varmışlardır.
Mevcut sistemden beslenenler, kapitalizmi “Devleti yağmalamak” ile özdeşleştirenler, LDP’ye karşı olumsuz bir tavır sergileyeceklerdir. Normaldir. Zira; biz bu yağma düzenini değiştireceğimizi ve Devleti arpalık olmaktan çıkaracağımızı her zeminde dile getiriyoruz. Biz “Devlet gölge etmesin başka ihsan istemez” diyen ve gelişmekte olan girişimci kitlelerin önünü açmayı, sermayeyi tekellerin ambargosundan kurtarıp tabana yaymayı hedefliyoruz. Hiç kimseden ya da kuruluştan, ayni veya nakdi yardım (örneklerdeki gibi diyet borcu ödenmesinin gündeme bile gelmemesi için) beklemiyoruz.
Başarısız olduğu kadar haksız rekabetinde tipik bir örneği konumundaki TRT ’yi derhal özelleştireceğiz. Devletin tiyatrosu , operası , korosu , dans grubu gibi Radyosu ve Televizyonu da olmayacaktır. Halktan toplanan vergilerle ne işletmecilik ne de sanat icra edilebilir. Özel radyo ve televizyonlar , milletimizin hiçbir bedel ödemeden sahip olduğu en büyük değerdir ve devletin her yıl trilyonlarca lirayla sübvanse ettiği TRT’ye rağmen yükselişlerini sürdürmüşlerdir. Dışarıdaki soydaşlarımız TRT’den çok, özel radyo ve televizyonları takip etmektedirler. Liberal Demokrat Parti ; yayınların izlenmesi oranını içeridekiler dışarıdakiler ayrımı değil , kalitenin belirleyeceği inancındadır.
Her şeyin başı adalettir. Bu bakımdan en çok önem vereceğimiz konu adil, etkin ve hızlı bir biçimde çalışacak bir yargı sistemini kurmak olacaktır. Yargı çok yüce bir konumda bulunacak ve sistemin en üstünde bir Yüksek Mahkeme yer alacaktır. Adli Polis kurulacak, birçok davada eksikliği hissedilen gerekli delillerin toplanması sağlanacak, böylece zaman kaybı önlenecektir. İhtisas Mahkemeleri kurularak davaların hızla sonuçlandırılması sağlanacaktır.
Sistem açıktır. Özel sektör kuruluşu batarsa hatanın bedelini iflas ederek servetini yitiren müteşebbis öder. KİT uygulaması ise rezalettir. İflasın eşiğine geliyor, batmıyor, zararlarını (aslında halkın sırtından) sürekli devlet üstleniyor., bu enkazlar sebebiyle yıllar yılı halkımızın tamamından para alınması bir yana, doğacak çocukların hanesine bile borç yazılıyor. Burada iflaslarla ilgili; salınan ekstra vergiler, anormal oranlara yükselen faizler, döviz kurlarında bir günde meydana gelen müthiş farklar, işadamlarını felç eden 16-18 saatlik kararnameler gibi (LDP döneminde gündeme gelmesi bile söz konusu olmayan) devletten kaynaklanan hataların rolünün de altı çizilmesi gerekiyor.
Biz ülkenin çok iyi etüt ettiğimiz meselelerini biliyoruz. Sebep ve sonuç analizlerini rasyonel yaptığımız için de “Türkiye’nin çözemeyeceğimiz sorunu yoktur” sloganı ile yola çıkmış bulunuyoruz. Yumurtanın dik durdurabileceğine Kolomb, Gordion Düğümü’nün çözülebileceğine ise Büyük İskender sahneye çıkana kadar ihtimal verilmiyordu. LDP’nin sahne-i siyasette yer almasıyla, çözülmesine ihtimal verilmeyen Türkiye’nin sorunlarının da sona ereceği (Her şeyin bir ilki vardır deyimindeki gibi) görülecektir. Sihirli değneğe sahip olmayan LDP; hangi sorunun hangi yöntemle ve hangi kaynakla nasıl çözüme kavuşturulacağını, tüm ayrıntılarıyla kitapçıklarında yalın bir şekilde açıklamaktadır.
40 yıllık ilişkilerimiz sonunda bugün gelinen nokta, yakın gelecek için umut vaat etmemektedir. Önemli olan çağdaş uygarlık düzeyine erişmektir. İllaki bir kulübe üye olmak kaçınılmaz değildir. Şu anda Türkiye zaten ticaretinin büyük bölümünü AB ülkeleriyle yapmakta ve AB ile arasında Gümrük Birliği anlaşması yürürlükte bulunmaktadır. Ancak üyelik gerçekleşmeden Gümrük Birliği fazla bir şey ifade etmez. Anlaşma şimdi AB lehine çalışmaktadır. Dolayısıyla tam üyelik hedefi kaybedilmemeli, bu sayede Türkiye’nin büyük yardım alabileceği göz ardı edilmemelidir. Tam üyelik için Türkiye’nin zaten kendiliğinden insanımız için yapması gereken demokratikleşme, hukukun üstünlüğü ve İnsan Hakları’na saygı konusunda gerekli olan iyileştirmeler hızla yapılmalıdır. Mevcut zihniyetle AB üyeliği uzak görünmekle beraber, LDP iktidarında Türkiye kısa sürede bu üyeliği gerçekleştirebilir.
II. Dünya savaşından beri en büyük ekonomik krizi yaşamaktayız. Krize iç borç faizlerinin yüksekliği neden olmuştur. 15 ay önce IMF ile yapılan anlaşmanın iki eksik ayağı vardır. Bunlardan biri kurların düşük tutulması, bu şekilde ihracatın düşerek ithalatın artması, diğeri de zaten durgunluk halinde olan ekonomiye ek vergilerin getirilmesidir. Bu iki temel hata bizi bugüne getirmiştir. Döviz kurunun serbest bırakılmasında geç kalınmıştır. Bu 1. program uygulanmadan yapılmalıydı. Bugün temel sorun likidite sağlanmasıdır. Para basılmak suretiyle bu sıkıntı giderilebilir. Enflasyonun %10 kadar üstünde faizle piyasaya bu şekilde likidite sağlanmalıdır. Programın başarılı olmasını dilemekteyiz. Ancak yapılması gereken en önemli şeylerden birisi devletin ekonomiden elini çekmesi, özelleştirmelerin hızla gerçekleştirilmesidir. Bu hükümetle ekonominin toparlanması güç görünmekte, kapanan işyerleri sayısı ve işsizlik hızla tırmanmaktadır. Ekonominin düzelmesi gerekli yapısal değişikliklerin gerçekleştirilmesine, ekonomiden anlayan bir hükümetin işbaşına gelmesine ve 25 milyar dolarlık bir dış yardıma bağlıdır.
LDP Programında da belirtildiği gibi polis bizim çok önem verdiğimiz bir teşkilattır. Bu yaklaşımımız, insan haklarına verdiğimiz önemden kaynaklanmaktadır. Toplumlar; polisini ne kadar müreffeh, eğitimli ve komplekslerden arınmış konuma getirirlerse, o ölçüde mal ve can güvenliklerini sağlarlar ve insan hakları göstergesinde üst seviyelere ulaşırlar. Bizim dönemimizde tayin ve terfii önceden bilinecek bir sisteme sokulacak polis, her türlü siyasi etkilenmenin dışında kalarak, görevini yasal çerçevede hiçbir endişe duymadan yerine getirebilecektir.
İnanmasak LDP’yi kurmaz, yola çıkmazdık. Biz niçin Devleti ekonomiden çekmeye öncelik veriyoruz?… Soyulacak banka, yolunacak KİT, paylaşılacak ihale kalmasın, 3 günde delinen asfaltlardan haramzadeler ziftlenmesin diye… Bunun dışında; Yasal haklarını almak için rüşvet vermek zorunda kalanlar, yargıya yardımcı olduklarında cezalandırılmayacaklar. Ayrıca…Karşılıklı çıkar ilişkisini önlemek için delil toplayacak, ihbarları değerlendirecek, istihbarat yapacak özel bir teşkilat kurulacak. İhtisas mahkemeleri ile davalar çok kısa sürede tamamlanarak suçlular kamuoyuna teşhir edilecek ve sağladıkları haksız kazanca son kuruşuna kadar el konulacaktır.
Temsilde Adalet, yönetimde istikrar sloganı ile yola çıkanlar maalesef sistemi dejenere etmişlerdir. Bu yöntemle Meclise fazla sayıda partinin girmesinin zemini hazırlanmış, koalisyonlar dönemi açılmış, hükümetler çok başlılıktan kaynaklanan taviz politikalarına mecbur kalmış… Oysa ülkenin refaha kavuşmasının ilk şartı yönetimde istikrardır… Bu sebeple LDP programında “Başkanlık Sistemi” öngörülmüştür. En fazla 2 dönem seçilebilecek ve 4 yıl görev süresi olacak Başkan, istikrarı sağlayacaktır. Başkanlık makamı ancak ölüm, istifa veya Anayasal tard ile boşalacak, bu halde dönem sonuna kadar Başkan Yardımcısı görevi üstlenecektir.
Demokratik parlamenter sistemde bu güne kadar inandırıcı cevabı bulunmayan bu sorunun karşılığı, diğer ülkelere de örnek teşkil edecek kadar, LDP açısından net bir şekilde teminata bağlanmıştır. Şöyle ki; Yüksek seçim kuruluna isimleri bildirilen ve kesinleşmiş listeler de yer alan her aday, seçim öncesinde “etkili konuma geldiğimizde, LDP’nin Seçim beyannamesinde belirtilen hususların 6 ay içinde gerçekleştirilememesi halinde milletvekilliğinden istifa ediyorum” dilekçesini, ifade edilen sure sonunda TBBM Başkanlığı’na Gönderilmek üzere,seçim bölgelerindeki “noter” e verecektir. Sonuçta LDP ya kendisine tevdi edilen kutsal görevi yerine getirecek, ya da emaneti en kısa sürede sahibine teslim etmiş olacaktır. Bizim sözümüz senet, teminatımızda dilekçemizdir.
Programımızın açılımı olan kitaplarımızın 3 üncüsü EKONOMİ’de bu konuya değinmiş ve çözüm önerimizi kamuoyuna bildirmiştik. O sıralar (1994 Nisan ayı sonu) dolar 40 bin lira idi ve liradan 3 sıfır atılması ile sağlıklı bir yapıya ulaşılabileceği tartışılıyordu. Biz sıfır atmakla bir yere varılamayacağını, bu yönetimin sonunun gelmeyeceğini, dolar 1 milyonun üzerine çıkmadan, yük katarı gibi ardına sıfırlar takmadan vurgulamıştık. Önerimiz dolara endeksli “Yeni Lira” çıkartılması ve birebir işlem görmesi (Bulgar Leva’sının mark ile eşitlenmesi gibi) idi. Bu uygulama paralelinde döviz büroları kapatılacak, yabancı para sadece bankalarda bozdurulabilecek, ihaleler ve özelleştirmelerde kesinlikle döviz telaffuz edilmeyecek, tüm işlemler “Yeni Lira” ile yapılacak. Dolar ile “Yeni Lira” bütün bankalarda birebir değiştirilecek. Unutulmamalıdır ki; ABD’de, dünyada bulunan doların karşılığı kadar altın yoktur. Biz de, dolara endekslediğimiz “Yeni Lira” karşılığı olarak döviz stoku tutmayacağız ama sistem oturana kadar, değişim isteğini karşılayacak tedbirleri alacağız. Döviz herhangi bir mal gibi arz ve talebe bağlı olarak değerini bulacaktır. Vatandaşın günlük hayatından çıkartıldığında, serbest piyasanın olmazsa olmaz gereği de yerine getirilecek ve dövize hiçbir şekilde müdahale edilmeyecektir. “Yeni Lira” tedavülde olunca, doların değerinin düşmesi ya da yükselmesi, halkımızı ilgilendirmeyecektir. Bu arada “Yeni Lira” mevduatına dövizden 2 puan fazla faiz verilmesi, sistemin yerleşmesini pekiştirecektir.
Teşhisimizi doğru, açıkladığımız tedavi yöntemini olumlu bulanların (Ki…Aksi de bugüne kadar hiçbir zeminde dile getirilememiştir) oylarıyla bizi desteklemeleri düz mantık icabı gayet doğaldır. Gerek İnternet ortamında, gerekse klasik yöntemle yapılan kamuoyu yoklamaları da, bu doğruyu teyit etmektedir. Ankara Partileri ile ilgili anketlere seçmenin %17’sinin olumsuz, %35’inin de “Hiçbirisine” şeklinde görüş bildirmesi, LDP’nin barajı geçmek şöyle dursun ( alternatifi de olmaması sebebiyle) 1.Parti konumuna geleceğinin göstergesidir.
Eğitim paralı olacaktır. Ancak rekabet dolayısıyla bu meblağ mümkün olan en az miktara düşecektir. Ayrıca eğitim kurumları başta olmak üzere büyük kurumlar, şirketler, işadamları başarılı öğrencilere burs vereceklerdir. Çok başarılı olmayan, vasat öğrenciler ise kredi alabilecekler, iş hayatına atıldıktan sonra borçlarını ödeyeceklerdir. Devletin bu konuda bir katkısı olacak, kredi faizlerinin düşürülmesi için birkaç puanı bütçeden karşılanacaktır. Ayrıca devlet yoksul öğrencilere burs da verecektir. Bugünkü Milli Eğitim Bakanlığı bu kredi ve bursları koordine eden küçük bir birim haline dönüşecektir.
Değerlendirme global yapıldığında böyle düşünmeye gerek olmadığı anlaşılacaktır. Liberal düzen bireyin zenginliğini, dolayısıyla refah ve mutluluğunu hedef almıştır. Sırtı pek, karnı tok, oturacak evi olan, gelecek endişesi taşımayan, fikri hür,vicdanı hür, inançlarının gereğini serbestçe yerine getiren bireylerin teşkil ettiği bir toplumda elbette ki vatan sevgisi, milliyetçilik duygusu en üst seviyede olacaktır. Üzerinde yaşanılan toprak, uğrunda ölümü göze alanlar olduğunda vatan diye anılıyor. İnsanların sahip oldukları ve korumayı üstlendikleri şeyler ne kadar çoğalırsa bu oran o ölçüde yükseliyor. Günümüzde vatanın korunması yüksek teknolojiye sahip bir orduyu ve zengin bir hazineyi gerekli kılıyor. Kimsenin tekelinde olmayan vatan sevgisinin ilk göstergesi; ülkeyi değil namerde, merde de muhtaç etmemekte odaklanıyor.
Öyle anlaşılıyor ki; nüansların atlanmasından kaynaklanan yanlış bir varsayım, sayıları az da olsa bazı vatandaşlarımızda yer etmiştir. LDP Devlete değil Devletçiliğe karşıdır. Yani…Devletin gücünün birey için değil, bireye karşı kullanılması şeklinde tezahür eden bir yönetim anlayışını LDP uygun bulmamaktadır. Bireyin özgürlüklerini kısıtlayan totaliter devletçilik bugün tüm dünyada ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda iflas etmiş, çağdışı bir yöntem olarak kabul edilmektedir. Bireyin refah ve mutluluğunun devletçilikte değil, Liberal uygulamalarda sağlandığı bugün çağdaş dünyanın yadsınamayan gerçeğidir.
Çok basit bir anlatımla şöyle denilebilir: Üretenden (sanayici, tüccar, çiftçi, esnaf vb.) kan çekildi, üretkene tercih olundu. LDP’nin bütün söylemleri bu işlemin tersine çevrilmesi, dolayısıyla kısa yoldan kaostan kurtuluşun yoludur.
Bilindiği gibi Diyanet İşleri Başkanlığı,din görevlilerinin tayinleriyle, nakilleriyle, maaş tespit ve düzenlemesini yapar. Ayrıca; imamların dışında, vaaz verebilecek nitelikteki görevlileri belirleyerek bu kişileri hem yetkili hem de sorumlu kılarak camilerde ayrımcılığı önler ve düzeni sağlar. Camilerin; Diyanet İşleri Başkanlığı sorumluluğundan çıkartılarak cemaatlere ve tarikat mensuplarına terk edilmesi, gelecekte telafisi mümkün olmayan sorunlara yol açar. Bu nedenlerle Liberal Demokrat Parti, Diyanet işleri Başkanlığı’nın Mevcut Konumunu ve işlerini, Kuruluş yasası paralelinde sürdürmesinden yanadır.
Resmi dili Türkçe olan devletin radyo ve televizyonlarında başka bir dil ile yayın yapılması mümkün değildir. Biz iktidara geldiğimizde zaten TRT’yi kapatacağımızdan, böyle bir tartışma da gündemden düşecektir. Ancak… Rantabl görenler varsa kuracakları özel radyo ve TV’lerde isterlerse, diledikleri dillerde 24 saat yayın yapabilirler. Türkçe yayınlarda geçerli yasalarda suç sayılan ve cezai yaptırımı ön gören fiiller, diğer diller için de söz konusu olacağına göre tartışmaya gerek kalmıyor.
Biz Liberal ekonomiden, onlar ise devletçilikten yanadır. Bir yandan özelleştirme yapacağız derler, öte yandan özelleştirdiklerinden fazlasını devletleştirirler. Özelleştirme yapmak üzere oluşturdukları kurumun kadrolarını şişirerek hantal bir KİT hüviyetine sokarak, onu da özelleştirilecek konuma getirirler. Ziya Paşanın terkib-i bend’inde sanki bugünkü Ankara Partileri tanımlanıyor: Onlar ki verirler laf ile dünyaya nizamat Bin türlü teseyyüb bulunur hanelerine Bir başka beyit: Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz Görünür kişinin rütbesi akl-ı eserinde Onlar birbirlerinin alternatifi olan Ankara Partileri, biz ise onların tek alternatifi Liberal Demokrat Partiyiz.
Biz yıllardır Güneydoğu sorununun çok talihsiz bir trajedi olduğunu dile getiriyoruz. O bölgede öncelikle ortamı yumuşatmak ve buna paralel olarak güçlü bir istihbarat ağı ile halkın provoke edilmesini önlemek gerekiyor. Asker yöreden çekilerek yerine polis ikame edilmeli, serbest ticaretin önündeki engeller kaldırılmalı, suçlular teknolojinin tüm imkanları ile takip edilmelidir. Karakol ve polisin, vatandaş nezdinde normal bir devlet dairesi ve görevlileri gibi algılanması sağlanmalıdır. Çok değerli şehidimiz Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan için düzenlenen törenlerde olduğu gibi, halk ile polisin arasında kurulan gönül köprüsünün kalıcılığı için çaba harcanmalıdır.
Tabii ki hayır… Kolay olsaydı 75 yılda zaten yapılırdı. Yerleşik düzeni, kötü alışkanlıkları, halkın sırtından geçinme mentalitesini değiştirmenin zorluklarını bilerek sahne-i siyasete çıkıyoruz. Düzene, çeki düzen vermek gibi zor bir işe, ağır bir yükümlüğe giriyoruz. Bu parti çok düşünülerek, açmaz soruların ve antitezlerin cevapları bulunarak kurulmuştur. LDP bir geçici hevesle değil, yıllarca süren bir araştırma ve çalışma sonunda, kronik sorunlar çözüme kavuşturulabilir inancıyla doğmuştur. Pusulamız var, suları tanıyoruz, hedef limana nasıl, hangi kadro ve ekipmanla gidileceğini biliyoruz. İktidara gelip yönetim yetkisi aldığımızda açıkladığımız programı uyguladığımızda herkesin “Bu iş bu kadar kolaymış” diyeceğine inanıyoruz, hatta şimdiden bu sesleri duyuyoruz. Görevin başarılması için işin ehline verilmesi gerektiği asırlardır söylenmiyor mu?
Getireceğimiz sistem , yani serbest rekabete dayalı Liberal uygulamalar , yöneticilere kötü niyetli olmaları halinde bile hareket alanı bırakmaktadır. Şehirdeki bütün parsellerin imar durumu açıkça ilan edildiğinde , su ve kanalizasyon hizmetleri ile toplu taşıma tamamen özelleştirildiğinde , belediyelerin ticaretle meşgul olan şirketlerinin faaliyetlerine son verildiğinde , davetiye usulü kaldırılıp bir ay önce duyurulan şeffaf ihaleler ile park , bahçe, kaldırım , yol yapımı ve benzer hizmetler özel sektöre bırakıldığında , yani devlet gibi belediyeler de tüm akçeli işlerin dışında tutulduğunda yolsuzluk dönemi kesinlikle sona erecektir.
Türk Ordusu bölgesinin ve dünyanın en güçlü ordularından birisidir. NATO şemsiyesi altında bulunan Türkiye, bu bakımdan da tüm tehlikeleri savuşturabilecek güçtedir. Hızla değişen dünyamızdaki eğilimlere uygun bir biçimde profesyonel orduya geçilecek, sayıca daha az ancak hareket ve ateş kabiliyeti açısından çok daha etkili, profesyonel bir ordu kurulacaktır.
Bu tür kurum ve kuruluşların zararını tamamını zaten vatandaş ödemektedir. Demode, hantal ve logarlaşmış KİT’lerin bir çoğunun değeri yok ki ucuza gitmeleri söz konusu olsun. Zararın neresinden dönülse kardır misali, Timurlenk’in, Hoca merhumun köyüne hediye ettiği filler gibi elde tutulmaları aşırı feragat ve fedakarlık isteyen KİT’ler “Mülkün sahibi devlet ise sahipsizdir” deyiminde vurgulandığı üzere, nasıl özelleştirilirse özelleştirsinler neticede kamu karlı çıkacaktır.
Türkiye’de, tanımı Anayasada yapılmış bir tek devlet vardır. Derin veya sığ sıfatını yakıştıranlar, öyle bir inancın yerleşmesinden yasadışı çıkar sağlamak isteyenlerdir. LDP iktidarında hukukun üstünlüğü devletin bütün kurum ve kuruluşlarında egemen kılınacak, gerekli her türlü yaptırım süratle uygulanacaktır.
En kötümser olmamız gereken konu bu iken, biz iyimseriz. Halkımızın sağduyusuna güveniyoruz. Bütün mesele halka ulaşabilmek, sorunları anlatabilmek ve gönül bağı kurabilmektir. Bu konuda ve Liberal felsefenin yerleşmesinde medyaya, özel TV’lere çok önemli görevler düştüğüne inanıyoruz. TRT’yi saymıyoruz. Bu kuruluş bizlerden toplanan vergilerle ayakta duran ve beynimizi yıkayan en kötü devlet kurumudur. Kapatacağımız ilk müessesedir. Bize göre halkımız birey olduğunun bilincindedir, devletine bağlı bulunduğundan tepkisini yakıp kırarak değil, zaman içinde bilinçli bir şekilde haklarını dile getirmek suretiyle sergileyecektir. Biz buna gönülden inanıyoruz. Zaten LDP’yi kurmamızın ve iktidara talip olmamızın temelinde de, halkımıza duyduğumuz güven yatmaktadır.
Projektörler kasıtlı olarak yakılmadığından vitrin görülmüyor, boş sanılıyor. Hakim durumdaki medya, adeta özel bir özenle, LDP’nin faaliyetlerini ve bu işleri sürdürenleri gözden saklamak için şalteri inik tutuyor. Projektörler yakılsa, görsel ve yazılı basın LDP’ ye (fazlasını değil) hak ettiği yeri verse, partimizin kadrosunun ( Bugünkü ANAP’ın değil, rahmetli Özal’ın 1983’teki ekibine kıyasla dahi) yeteneği ve yeterliliği her insaf sahibi tarafından kabul edilecektir. Nicelik ve nitelik açısından değerlendirildiğinde, 1983’de Özal’ın etrafında olup da adı bilinen kim vardı diye düşünmek, haklılığımızı tescile yetecektir kanısındayız.
LDP iktidar olduğunda iç ve dış finans çevrelerine güven verici önlemleri derhal alacağından, ekonomide ibre olumlu yöne doğru hareketlenecektir. Birinci ay sonunda piyasada likidite sıkıntısı sona erdirilecektir. Ayrıca; devlet sübvansiyonu süren KİT’ler bir liraya çalışanlara, onlar kabul etmezler ise ilk talip olana devredilecektir. Araştırma ve etütlerimiz, KİT’lerin bir yıl içinde özelleştirmelerin mümkün olduğunu göstermektedir.
Sanayiimiz bugün birçok dalda dünya devi kuruluşlarla başa baş yarışı sürdürüyor. Globalleşen dünyada zarar etmeyi göze alarak milli sanayii korumak abesle iştigaldir. Bu konuda 70 yıl direnen Sovyetler Birliği bile sonunda pes etmiş, oyunu kurallara göre oynamaya başlamıştır. Nasıl her insan her ihtiyacını kendisi üretemez ise devletler de aynı konumdadır. Ülkeler de; dünya ile rekabet edebilecekleri ucuz ve kaliteli malları üretebilecekleri sektörleri tercih edeceklerdir. Bu suretle sanayileri hem büyüyecek hem de kökleşecektir.
Ülkelerin ebedi dostları ve ebedi düşmanları olmaz. Ülkelerin çıkarları esastır. LDP olarak etrafımızda bir dostluk çemberi oluşturacağız. Komşularımızla ilişkilerimizin gelişmesine büyük önem vereceğiz. Birkaç yüzyıl geçmişimiz göz önüne alındığında Türkiye bugün en güçlü konumundadır. Ama ne yazık ki bu gücünün bilincinde değildir. Biz bu gücü Türkiye’nin etrafında bir barış ve refah bölgesi oluşturmak amacıyla etkin bir biçimde harekete geçireceğiz.
Bugünkü Anayasa fazla detaylı olmasının yanı sıra yürütme erkinin, Başbakan tarafından kullanılmasını öngörmektedir. LDP ise Başkanlık Sisteminden yanadır. O nedenle LDP; 5 sayfada toplanan 4 maddelik, 39 bentlik bir Anayasa taslağı hazırlamıştır. Yasama, Yürütme, Yargı ve Birey Hakları başlıkları altında özgürlükçü demokrasinin bütün gereksinmelerini karşılayacak nitelikteki Anayasa taslağımız , Başbakanlığı kaldırıp yürütme erkini Başkana tanıdığından, (başta ekonomik programlar için ) çok önemli olan “Yönetimde İstikrar”arayışını da sona erdirmektedir.
Yapılan; yanlış dış politika uygulamasına teşkil edecek tipik bir basiretsizliktir. Bugün ABD kamuoyu dahil tüm dünya, Irak’a uygulanan çocuk maması ve ilaç ambargosunu utançla anmaktadır. Bu konuda maalesef ilkeli ve Türk milletine yakışan şekilde insancıl davranmadık. Altını çizerek vurguluyoruz ki; LDP döneminde insan haysiyetine ve haklarına, Türk örf, adet ve geleneklerine, milli çıkarlarımıza ters düşmeyecek dış politikalar uygulanmasını hiç bir güç engelleyemeyecektir.
LDP’nin etkin ve yetkili olduğu bir hükümette özellikle siyasiler ile bürokratların illegal faaliyetlerde bulunmaları, bu yönde ilişki kurmaları, getirilecek düzenlemelerle ,bunlara bağlı yeni yapılanmalarla imkansız kılınacaktır. İnsanın güneşe gitmesi ya da direkt olarak ensesini görmesi ile devletin hortumlanması eşdeğer anlam taşıyacaktır. LDP’nin öncelikli ilkesi, yolsuzlukların zemininin ortadan kaldırılmasıdır.
Alakası yok… Yine aynı şey… Kaynak bulamamanın sorumluluğu dış güçlere yüklenmiş. Ayrıca Güneydoğu Anadolu Projesi uygulamasına hız kazandırmak doğru bir yaklaşım mıdır, bunu da tartışmak gerekir. Yargı ve öğretim üyeleri dahil memura komik ücretler ödeniyor; emekli başta olmak üzere işçi, esnaf geçim sıkıntısı sebebiyle sokaklara dökülüyor, para azlığından kaynaklanan yüksek faiz altında ezilen tarım ve sanayi kesimi feryat ediyor… Hükümet ne yapıyor?.. Dünya ölçülerine göre astronomik faizlerle borçlanıp GAP’a finansman sağlıyor. Sınır ticaretini serbest bırakıp hiç harcama yapmadan bölgeyi zenginleştirmek mümkünken, yanlış zamanlamayla GAP’a para akıtmak ve para bulamayınca da faturayı dış güçlere kesmek, şark kurnazlığından başka bir şey değildir.
Öncelikle çok önemli bir noktayı belirtmek gerekiyor. EKONOMİ YÖNETİLEMEZ… Liberal felsefe, ekonominin tabii hukuka paralel kendi düzeni olduğunu ve bu düzene devletin hiçbir şekilde müdahale etmemesi gereğini savunur. Hiçbir hükümet ekonomiyi yönetemez. Bütün kısıtlamaları, müdahaleleri engelleri kaldırarak ekonomiyi tamamen bireylere bırakmak tek olumlu yoldur. İnsanlar teşebbüslerinde rahat olduklarında, sermayeye her türlü güvence sağlandığında Türkiye ticaret merkezi ve para cenneti olacaktır. Devletin yapacağı etkinlik; küçülerek israfa son vermek, özelleştirmeleri gerçekleştirmek ve en yüksek sınırı %10’u geçmeyecek şekilde vergi toplamaktır. Bu düzen işlediğinde Türkiye 5 yılda Avrupa, 10 yılda dünya standartlarını yakalayacaktır.
Bu konu tarihçiler tarafından incelenmesi gereken bir husustur. Bir soykırımın söz konusu olmadığı ve savaş sırasında hem Türklerin hem Ermenilerin karşılıklı olarak öldürüldükleri gerçeği ortadadır. Ermeniler 40 yıldır bu konuyu dünya platformlarına getirmeye çalışmaktadırlar. Sorulması gereken soru, neden şimdi amaçlarına ulaşabildikleridir? Bunun nedenlerinden biri, hükümetlerin bu konuyu ciddiyetle ele alıp gerekli araştırma ve tanıtım faaliyetlerini ve diplomatik girişimleri yapmamış olmaları, diğeri de ülkenin özellikle ekonomik bakımdan küçülmekte oluşu ve birçok sorunla boğuşmakta bulunmasıdır. Sorunun çözümü için en önemli şartlardan biri Türkiye’nin güçlü olmasıdır. Türkiye gerçek gücünü kullanırsa yoksulluk içindeki Ermenistan’ı etkileyerek Türkiye aleyhindeki girişimlerini durdurabilir.
Liberal demokrasi ; serbestlik, fırsat eşitliği, adalet, istikrar, disiplin ve şeffaflıktır. Yaşama, çalışma, teşebbüs, din, vicdan, düşünceyi ifade, yayın, toplanma ve gösteri hürriyeti her türlü kısıtlamadan azadedir.
Dış güçler yakınması, politikacıların beceriksizliklerini kamuflaj için kullandıkları bir aldatmacadır. Dış güçler ile kastedilen herhalde Yunanistan, Bulgaristan, Suriye, Irak, İran, Ermenistan, Habeşistan, Etiyopya,Somali değil ABD ile birkaç Avrupa ülkesidir. Avrupa ülkelerinin etkin olanlarının da (başta İngiltere ve Almanya) ABD’den bağımsız bir dış politika konseptleri yoktur. ABD’ye gelince… Niye bizim kötü durumda kalmamızı istesin?… Bunda bir çıkarı yok ki…Aksine; Kafkasya, Ortadoğu, Balkanlar üçgeninde, Akdeniz’in kilit taşı konumunda bir Türkiye her bakımdan ABD için bir güvencedir. Beşeri ilişkilerde de insanlar, dostlarının sağlıklı ve zengin olmasını istemezler mi? Özetle “Dış güçler” monoloğu, beceriksizliğe kılıf arama palavrasından başka bir şey değildir.
Sağlık sektörü tamamen özelleştirilecek, aynen eğitim alanında olduğu gibi bu sektörde de sıfır vergi uygulanmasına gidilecek ve arazi tahsis edilecektir. Bu şekilde dünyanın en ileri sağlık kurumları ve hastanelerinin Türkiye’de şube açmaları mümkün olacaktır. Sistem özel sağlık sigortaları yoluyla yürütülecek, yoksul hastalar içinde yeşil kart uygulaması sürdürülecektir. Böyle bir sistemde çok önemli olan koruyucu hekimlik zararlı çıkmak istemeyen özel sağlık sigortaları tarafından ciddiyetle ele alınıp geliştirilecektir.
Evet… Hem de çok bağdaşıyor. Ne sanılıyor acaba? Vergiyi müteşebbisin verdiği mi?.. Tarımda, sanayide veya herhangi bir işletmede ödenen vergi aynen fiyatlara yansıtılır, Maliyeye verilen miktar (bazen de fazlası) tüketiciden yani, çoğunluğu fakr-ü zaruret içinde yaşama savaşı veren vatandaştan alınır. Tahsilatta zengin fakir ayırımı yapılmadan aynı oran uygulanması, sosyal adalet ilkesini ortadan kaldırır.
Dikkat edilirse suiistimal, rüşvet, vurgun, soygun, talan ve hortumlama sadece Devletlin akçeli işlerde etkin olduğu alanlarda yapılabilmektedir. LDP sivrisineklerle uğraşmayıp, bataklığı kurutmayı hedef almıştır. Bu amaçla ilk aşamada Devlet her türlü parasal işlemin dışına çıkartılacak, ekonomiden elini çekecektir. Büyük ihale yolsuzluklarının gerçekleştiği yatırımcı Bakanlıklar (Bayındırlık, Ulaştırma, Enerji, Sağlık, Eğitim) lağvedilecektir. Bütün KİT’ler, çalışanlara öncelik tanınmak kaydı ile (gerektiğinde 1 T.L. karşılığında bile) mümkün olan en kısa sürede özelleştirilecektir. Bu bağlamda, kendisi de bir KİT’e dönüşen Özelleştirme İdaresi’nin hukuki varlığına son verilecektir. Devletin mülkiyetindeki bütün büyük binalar satılarak, sivilleştirilecek Ankara, menfaat sağlama merkezi olmaktan çıkartılacaktır. Neticede; siyasetçinin baskı yapacağı bürokrat, bürokratın görevini kötüye kullanabileceği akçeli işlerde etkin bir Devlet kurumu kalmayacaktır. İki ayağı kopan sacayağı da, mafyanın tek bacağı üzerinde duramayacağından, kronikleşmiş bir dert sona erecektir.
Milli olsun, manevi olsun toplumun benimseyip sahip çıktığı değerler o ülkenin harcı, bütünleştirici çimentosudur. Liberal Demokrat Partinin çalışma, teşebbüs gibi din, vicdan, ve düşünceyi ifade özgürlüğünü de temel ilke almıştır. Vatandaşların bu bağlamda hürriyetlerini serbestçe kullanmasının zeminini oluşturmayı öncelikli görevler arasında saymıştır. Kurban ise Parti’nin açılışında değil, İslamiyet’in öngördüğü doğrultuda, mensuplarımız tarafından kurban Bayramı’nın sabahında kesilmiştir.